Araç Değer Kaybı İçin Dava Açılabilir mi?

Bu yazımızda araçlarda meydana gelen ve birçok müvekkilimizin yaşamak zorunda kaldığı değer kaybı konusu ve davalarına değiniyoruz.

Araç Değer KaybıBir aracın daha önce boyanması, parçalarının değişmesi, kazaya karışmış olması gibi hususlar özellikle ülkemizdeki araç piyasasında çok önemlidir. Gerek aracın fiyatını gerekse kasko bedelini ciddi oranda etkileyen bu hususlar bazen bizim kusurumuzdan bazen de bir başkasının kusuru yüzünden ortaya çıkabilmektedir. Özellikle bir başkasının kusuru nedeniyle sizin uğradığınız bu zarar canınızı acıtmakla birlikte, aracınızda maddi bir zarara neden olmaktadır. Her ne kadar aracın tamir olmasıyla sorun halledilmiş gibi görünse de gerçekte durum böyle değildir. Çünkü artık aracınızın değeri düşmüş, hasar kaydı oluşmuştur.

Araç Değer Kaybını Kim Karşılayabilir?
Bilindiği üzere araçlarımız sigorta şirketlerince sigortalanabilmektedir. Kimi şirketler araç değer kaybını da teminat altına alsalar da kimi şirketler, bu zararı karşılamayı reddetmektedir. Sigorta şirketlerinin bu zararı teminat altına aldığı durumlarda dava açmaya gerek kalmaksızın sigorta şirketine başvuruyla zarar tahsil edilebilmektedir.

Zararın Karşılanması İçin Poliçede Teminat Altına Alınması Şart mıdır?
14 Mayıs 2015 yılında yayımlanan “Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları” tebliği ile sigorta teminat türleri yeniden düzenlendi. Teminat türlerinden biri olan maddi zararlar teminatı,  zarar gören araçta meydana gelen değer kaybı dahil doğrudan malları üzerindeki azalma olarak tanımlanmaktadır. Bu durumda 29.000-TL’lık teminat limiti kapsamındaki zararların tümü sigorta şirketlerince karşılanmaktadır. Sigorta şirketlerinin zararı kapsamadığı durumlarda sigorta şirketine karşı dava açılabilecektir.  Yeni düzenlemeyle tazminata konu olay, sigortalının kusuru sonucunda olmuş ise sigorta şirketi, tazminatı sigortalıya rücu edebilecektir.

Araç Değer Kaybı Davası Açmak İçin Süre
Araç değer kaybı davaları, temelinde haksız fiilden kaynaklanan sorumluluğa dayanır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiili düzenleyen maddeleri uyarınca araç değer kaybı davası, zararın meydana geldiği tarihten itibaren 2 yıl içinde açılmalıdır. Bu sürenin geçmesiyle alacak zamanaşımına uğrayacak, dava açılsa da reddedilme ihtimali doğacaktır.

Araç Değer Kaybının Ne Kadar Olacağı
Araç değer kaybı hesaplamasında; aracın üretim yılı, aracın hasar geçmişi, aracın modeli, aracın kilometresi, aracın trafiğe çıkış tarihi gibi faktörler esas alınır. Değer kaybının hesaplanması ise eksperler (bilirkişi/uzmankişi) tarafından yapılmaktadır. Bu kişiler yukarıda sıraladığımız faktörleri esas alarak bir ekspertiz (uzmanlık) raporu hazırlarlar. Yargılama esnasında ise Mahkeme, bilirkişiden görüş alır ve bir rapor hazırlatır. Mahkeme, bu raporlarla bağlı olmadığı gibi, raporlar kesin hüküm ifade etmez. Ancak Mahkeme zararı hesaplarken bu raporları dayanak yapacaktır.

Dava Açılması İçin Gerekli Olacak Bazı Evraklar
Her ne kadar bir zarar olsa da bu zarardaki kusurun ispatı kimi zaman kolay olmamaktadır. Öyle ki bazı kazalarda kusurlu taraf kaçabilmekte veya rapor tutulamamaktadır. Sağlıklı bir yargılamanın olması ve aracın değer kaybının tam olarak tespit edilebilmesi için Mahkemeye aşağıdaki belgeler sunulmalıdır.

  • Kaza tespit tutanağı,
  • Ekspertiz (uzmanlık) raporu,
  • Aracın tamir edildiğine ilişkin servis raporu ve faturası,
  • Sigorta poliçesi,
  • Hasara ait fotoğraflar,
  • Kazayı gören tanıkların listesi.

Anayasa Mahkemesi’nden Belediye Mallarının Haczine İlişkin İptal Kararı

Belediyeler aleyhinde yapılan icra takiplerinde, belediyelerin mallarına doğrudan haciz konulmasını engelleyerek borçlu belediyenin gösterdiği mallar üzerine haciz konulmasını sağlayan 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesine 6552 sayılı Kanun’un 121. maddesiyle eklenen fıkranın 1. cümlesinde yer alan “…ve haciz işlemi sadece gösterilen bu mal üzerine uygulanır.” ibaresi, Anayasa Mahkemesi’nin 17.06.2015 gün ve 2014/194 E. 2015/55 K. no’lu kararı ile iptal edildi.

Alacaklıların alacaklarına kavuşmalarını sağlayacak başkaca bir yöntemin de öngörülmediği düzenlemenin mülkiyet hakkının kullanılmasını ölçüsüzce sınırlandırdığı, kanunlara göre tespit edilmiş bir alacak hakkının cebri icra yoluyla elde edilmesini zorlaştırdığından hukuk güvenliği ilkesiyle bağdaşmadığı, mahkeme kararı ile tespit edilen alacağın elde edilmesini zorlaştıran kuralın hak arama özgürlüğünü etkisiz hale getirdiği belirtilerek düzenlemenin demokratik toplum düzeninin ve hukuk devletinin gereklerine uygun olmadığına karar verildi.

Aynı fıkranın 2. cümlesinde yer alan “…veya kamu hizmetlerini aksatacak şekilde yapılamaz…” ibaresi ile 6552 sayılı Kanun’un 123. maddesiyle eklenen geçici 8. maddesini iptal eden karar, 26.06.2015 gün ve 29398 sayılı Resmi Gazetede yayımlandı.

Kanun’un 15. maddesine, 6552 sayılı Kanun’un 121. maddesiyle eklenen fıkra:“İcra dairesince haciz kararı alınmadan önce belediyeden borca yeter miktarda haczedilebilecek mal gösterilmesi istenir ve haciz işlemi sadece gösterilen bu mal üzerine uygulanır. On gün içinde yeterli mal beyan edilmemesi durumunda yapılacak haciz işlemi, alacak miktarını aşacak veya kamu hizmetlerini aksatacak şekilde yapılamaz.”

Kanun’un 6552 sayılı Kanun’un 123. maddesiyle eklenen geçici 8. maddesi: “GEÇİCİ MADDE 8- 15 inci maddenin son fıkrası hükümleri, devam eden her türlü icra takipleri hakkında da uygulanır. Bu maddenin yürürlük tarihinden önce yapılmış icra takipleri gereğince konulan tüm hacizler, söz konusu fıkra hükümleri dikkate alınarak kaldırılır.”

Kamulaştırma Kanunu Hakkında İptal Kararı

Anayasa Mahkemesi, 6487 sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen, “Mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamayacağı, kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamayacağı” hükmünü ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunun başlığıyla değiştirilen geçici 6. maddesinin 12 ve 13. fıkralarını iptal etti.
Anayasa Mahkemesi
6487 sayılı Kanun’un;
1) 21. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un başlığı ile birlikte değiştirilen geçici 6. maddesinin;
Onikinci ve onüçüncü fıkralarının Anayasa’ya aykırı olduklarına ve İPTALLERİNE, yürürlüklerinin durdurulması istemlerinin koşulları oluşmadığından REDDİNE,
ONİKİNCİ FIKRA: 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan imar uygulamalarından doğan ve ipotekle teminat altına alınanlar da dâhil olmak üzere her türlü alacak ve bedeller, borçlu idarelerce, ipotek veya uygulama tarihinden itibaren 3095 sayılı Kanunda belirtilen kanuni faiz oranı uygulanmak suretiyle güncellenerek ilgililerine ödenir. Bu hüküm devam eden davalarda da uygulanır. Bu fıkra uyarınca yapılacak ödemeler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır.
ONÜÇÜNCÜ FIKRA: 4/11/1983 tarihinden bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihe kadar kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına rağmen fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazların idare tarafından kamulaştırılması hâlinde kamulaştırma bedeli ve mahkemelerce
malikleri lehine hükmedilen tazminat ile bu davalara ilişkin mahkeme ve icra vekalet ücretleri de, idarelerce bu maddenin sekizinci fıkrasına göre bütçelerden ayrılacak paydan ve aynı fıkrada belirtilen usule göre ödenir ve işlem yapılır. Bu alacaklar için de bu maddenin on birinci fıkrası, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan her türlü davalarda ise yedinci fıkra hükümleri uygulanır. Bu fıkra hükmü, bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır.
2) 22. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 7. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, iptal hükmünün, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE YAYIMLANMASINDAN BAŞLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE GİRMESİNE, yürürlüğe girmesinin ertelenmesi nedeniyle yürürlüğünün durdurulması isteminin REDDİNE,
GEÇİCİ 7.MADDE: Mülga 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak Kanununun 16 ve 17 nci maddeleri ile 2942 sayılı Kanunun mülga 16 ve 17 nci maddeleri uyarınca mahkemelerce idare adına tescil kararı verilen kamulaştırmalarda tebligatlar ve diğer kamulaştırma işlemleri tamamlanmış sayılır. Bu kamulaştırma işlemleri sebebiyle hiçbir hak ve alacak talebinde bulunulamaz; kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamaz; açılmış ve devam eden davalar bu madde hükmü uygulanarak sonuçlandırılır.

Takı Bedelinden Kaynaklı Tazminat Alacakları Kesinleşmeden İcraya Konulabilir

Takı Bedelinden Kaynaklı Tazminat Alacağına İlişkin İlamlar Diğer Edaya İlişkin İlamlar Gibi Kesinleşmeden İcraya Konulabilir

YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/30173
K. 2012/13094
T. 18.4.2012

• TAKI BEDELİNDEN KAYNAKLI TAZMİNAT ALACAĞINA İLİŞKİN İLAMLAR ( Kesinleşmeden İcraya Konulabileceğinden Takibin İptaline Karar Verilemeyeceği)
• ZİYNET ALACAĞINA İLİŞKİN İLAM ( Tarafların Boşanmalarına Karar Verildiği – Takı Bedelinden Kaynaklı Tazminat Alacağına İlişkin İlamların Kesinleşmeden İcraya Konulabileceği)
• İLAMIN KESİNLEŞMEDEN İCRAYA KONULMASI ( Takı Bedelinden Kaynaklı Tazminat Alacağına İlişkin İlamların Diğer Edaya İlişkin İlamlar Gibi Kesinleşmeden İcraya Konulabileceği – Takibin İptaline Karar Verilemeyeceği)
• KESİNLEŞMESİNE GEREK OLMADAN İCRAYA KONULABİLECEK İLAM ( Takı Bedelinden Kaynaklı Tazminat Alacağına İlişkin İlamın Diğer Edaya İlişkin İlamlar Gibi Kesinleşmeden İcraya Konulabileceği)

1086/m.443
6100/m.350

ÖZET : Tarafların boşanmalarına karar verilmiştir. Takı bedelinden kaynaklı tazminat alacağına ilişkin ilamların, diğer edaya ilişkin ilamlar gibi, kesinleşmeden icraya konulmaları mümkündür. Takip konusu ilamın kesinleşmeden takibe konulamayacağı gerekçesi ile takibin iptali isabetsizdir.
DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu isle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklı tarafından, Uzunköprü 1. Asliye Mahkemesi`nin 21.04.2011 tarih ve 2007/520 E. 2011/117 K. sayılı boşanma ilamında hüküm altına alınan ziynet eşyalarının iadesi mümkün olmadığı takdirde bedelinin yasal faizi ile tahsili ve yargılama giderlerinin tahsili amacıyla ilamlı icra takibine başlandığı, borçlunun ilamın kesinleşmediğinden bahisle takibin iptali istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece istemin kabulüne ve icra emrinin iptaline karar verildiği anlaşılmıştır.
HUMK.’nun 443/4. maddesi gereğince aile ve şahsın hukuku ile ilgili hükümler kesinleşmedikçe takibe konu edilemezler. Ayrıca, boşanma kararının eklentisi olan yargılama gideri ve tazminat vs. alacaklara ilişkin hükümler de aynı kurala tabidirler.
Somut olayda, Uzunköprü 1. Asliye Mahkemesi`nde Ö. İ. E.`nin, L. E. aleyhinde açtığı boşanma davasında tarafların boşanmalarına karar verildiği ve aynı ilamda ziynet alacağının kabulü ile ziynet eşyalarının aynen iadesine, aynen iade mümkün olmadığı takdirde 10.534,00 TL`nin davalı L.`den alınıp, davacı Ö.`e verilmesine, hükmedildiği görülmüştür. Ayrıca ilamın boşanma davası ile birlikte görülen ve hüküm altına alınan takı bedelinden kaynaklanan tazminat alacağına ilişkin takibe konulan kısmının, tarafların şahsi ya da ailevi yapılarına ilişkin durumlarında bir değişiklik yaratmayan, sonuçları itibariyle ancak tarafların mal varlığını etkileyebilen, boşanma ilamının fer`i niteliğinde olmayıp ondan bağımsız olan edaya ilişkin ilamlardır. Bu nitelikleri itibariyle de takı bedelinden kaynaklı tazminat alacağına ilişkin ilamların, diğer edaya ilişkin ilamlar gibi, kesinleşmeden icraya konulmaları mümkündür. Bu nedenlerle, mahkemece borçlunun şikayetinin reddine karar verilmesi gerekirken takip konusu ilamın kesinleşmeden takibe konulamayacağı gerekçesi ile takibin iptali isabetsizdir.
Açıklanan nedenlerle; işin esasına girilip sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.`nun 366 ve HUMK.`nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 18.04.2012 gününde oybirliği ile karar verildi

SEMPOZYUM: Geçici Hukuki Koruma Tedbirlerinin Uygulama ve HMK Açısından Değerlendirilmesi

İzmir Barosu tarafından 1 Mart 2014 günü “Geçici Hukuki Koruma Tedbirlerinin (İhtiyati Tedbir ve İhtiyati Haciz) Uygulama ve HMK Açısından Değerlendirilmesi” başlıklı bir sempozyum düzenlenecektir. Sempozyum programını haberin devamında inceleyebilirsiniz.

1 Mart Sempozyumu

Daha fazlası: http://www.izmirbarosu.org.tr/haberler/di%C4%9Fer-haberler/hmk_01032014.aspx#sthash.zd60dsWX.dpuf

EVLENME VAADİ İLE KANDIRILMA NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2012/4-179
K. 2012/412
T. 27.6.2012

* RESMİ NİKAH OLMADAN BİRLİKTE YAŞAMA ( Taraflar Akraba Olduğundan Güven Duygusu Oluştuğu/Düğün Merasimi Yapıldığı Ancak Tarafların Ayrıldığı – Evlenme Beklentisi Oluştuğundan Manevi Tazminata Hükmedileceği )

* REŞİT OLAN KİŞİDE OLUŞAN EVLENME BEKLENTİSİ ( Manevi Tazminat Talebi/Resmi Nikah Olmadan Düğün Merasimi Yapıldığı Ancak Tarafların Ayrıldığı – Taraflar Akraba Olduğundan Güven Duygusu Oluştuğu/Manevi Tazminat Talebinin Kabul Edileceği )

* EVLENME VAADİ İLE KANDIRILMA NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Tarafların Resmi Nikah Olmadan Bir Süre Birlikte Yaşadığı/Düğün Merasimi Yapıldığı – Talebin Kabulüne Karar Verilmesi Gerektiği )

* MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ ( Tarafların Resmi Nikah Olmadan Bir Süre Birlikte Yaşadığı/Düğün Merasimi Yapıldığı ve Ayrıldıkları – Taraflar Akraba Olduğundan Güven Duygusu Oluştuğu/Evlenme Beklentisi Oluştuğundan Manevi Tazminata Hükmedileceği )

4721/m.23, 25
818/m.49
6098/m.58

ÖZET : Dava maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; ailelerin bilgisi dahilinde evlilik amacıyla başlayan, 3 ay gayrı resmi evlilik hayatı yaşayan ancak resmi nikah yapılmadan ayrılmak zorunda kalan ve reşit olan davalı kadın lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde; davalının ailesi ile birlikte davacıyı istemesi ve ailelerin akraba olmasının davacıda meydana getirdiği olumlu etki ile evlenecekleri inancına kapılan davacının, taraflar arasında meydana gelen yakınlaşma ve yapılan düğün merasimi sonucunda birlikte aynı evde yaşadıkları, toplum nazarında aile olduğu, cinsel ilişkiye girerek eş oldukları anlaşılmaktadır.

Davacının, davalı tarafından evlenme vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda zarara uğratıldığı ve bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gereklidir.

DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 9. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 24.03.2009 gün ve 2008/280 E., 2009/95 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 10.03.2010 gün ve 2009/6603 E., 2010/2563 K. sayılı ilamı ile,

(… 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Diğer temyiz itirazına gelince; davacı, akrabası olan davalı ile Nisan 2006 tarihinde İzmir’de nişanlanıp Ağustos 2006 tarihinde de resmi nikah yapılmadan evlendiklerini, davalının annesi ile birlikte Büyükçekmece’deki evde 3 ay evlilik hayatı yaşadıklarını, bu sürede hizmetçi gibi kullanıldığını, resmi nikah yapma vaadi ile oyalandığını, düğünde takılan ziynet eşyasını alan davalının borçlarını ödediğini, çıkan kavgalar nedeniyle otobüse bindirilip İzmir’e gönderildiğini, davacının genç kızlık hayalleri ile oynayarak cinsel yönden sömürmesi ve hizmetçi olarak kullanılmasından dolayı manevi yönden yıkıma uğradığını belirterek, davalının ziynet eşyası bedeli ve manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.

Davalı ise, davacı ve ailesinin nikah işlemlerini biz yapamayız İstanbul’da siz yaparsınız dediklerini, daha sonra da belgeleri vermedikleri için resmi nikah yapılamadığını, tüm nişan ve düğün giderlerini karşıladığını, davacı ailesinin yanına götürüldüğünde takıların annesi tarafından davacıya teslim edildiğini, davacının dönmeyeceğini bildirmesi üzerine diğer eşyasının da kargo ile gönderildiği, bir tekstil firmasında ücretli olarak çalıştığını, ticaret ile uğraşmadığını, davacı ile mutlu bir aile kurmak amacı ile evlendiğini ancak, davacı ile ailesinin davranışları nedeniyle resmi nikah yapma fırsatı kalmadan ayrıldıklarını ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Yerel mahkemece, olay gününde ergin olan davacının, kendi isteği ile davalıyla resmi nikah yapılmadan evlendiğinden ve her hangi bir tehdit, baskı ve zorlama olmadan evine döndüğünden kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu kanıtlayamadığı; ziynet eşyasının beraberinde götürdüğü karine olarak kabul edilerek kanıtlanamayan maddi ve manevi tazminat istemi reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.

Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre gözetildiğinde; resmi nikah yapılacağı inancı ile davacının davalı ile 3 ay karı koca hayatı yaşaması, resmi nikah yapılmamasını fırsat bilerek hiçbir yasal hakkı olmaksızın ailesinin evine bırakılması, toplumda dul damgasını taşıması, davacının yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de böyle bir durumun varlığının aleyhine kullanılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir.

Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının, davalı tarafından resmi nikah yapma vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında, fiziksel ve ruhsal olarak zarara uğratıldığı, bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabulü gerekir. Davacının isteğinin olması, yeniden evlenmesi ve varsa kusurlu davranışları takdir edilecek manevi tazminat tutarının belirlenmesinde etkili olabilir.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, isteminin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…) ,

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, istem reddedilmiş, hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde belirtilen gerekçe ile mahkeme kararı bozulmuştur.

Mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilerek direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurul önüne gelen uyuşmazlık; ailelerin bilgisi dahilinde evlilik amacıyla başlayan, 3 ay gayrı resmi evlilik hayatı yaşayan ancak resmi nikah yapılmadan ayrılmak zorunda kalan ve reşit olan davalı kadın lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

İşin esasına geçilmeden önce; aleyhine bozma yapılan davalının duruşmaya katılmaması ve davacının bozmaya uyulmasını istemesi karşısında, mahkemenin resen direnip direnemeyeceği önsorun olarak tartışılmış; duruşmaya gelmeyen tarafın davayı inkar etmiş sayılacağı, gelen taraf bozma ilamına uyulmasını istese dahi hakimin bozma kararına karşı direnebileceği oybirliği ile kabul edilmiş ve önsorun bu şekilde aşılmıştır.

İşin esasına gelince:

Manevi tazminat, zarar görenin fiziki, sosyal ve duygusal kişilik değerlerinde, bedensel bütünlüğünün iradesi dışında ihlali hallerinde meydana gelen eksilmenin (manevi zararın) giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir.

Bir diğer deyişle zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacını güder.

Kanun koyucu, manevi tazminat davası açılacak halleri 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24, 25, 121, 174/II, 158/II ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 47 ve 49 ncu (608 s. TBK m. 58 ) maddelerinde ayrı ayrı düzenlemiştir.

Kişilik (şahsiyet) hakkı, genel olarak Medeni Kanunun 23-25 inci maddeleri ile 818 sayılı BK m.49 uncu (6098 s. TBK m 58) maddesinde düzenlenmiştir.

818 sayılı BK 49 uncu maddesi uyarınca şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilecektir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 24 üncü maddesine göre ise, hukuka aykırı olarak kişilik hakkı saldırıya uğrayan kimse, saldırıda bulunanlara karşı korunma isteyebilecektir.

Dava konusu zarar gördüğü iddia edilen değerlerin “şahsiyet hakkı” kapsamına girip girmediğinin tespiti için öncelikle “şahsiyet hakkı” kavramının ve kapsamının belirlenmesi gereklidir.

Gerek Medeni Kanun’un 23-25 ve 818 s. BK. 49 uncu (6098 s. TBK m. 58) maddelerinde, gerekse diğer özel nitelikli hükümlerde kişilik hakkının tanımı yapılmamıştır.

Öğretide kişilik hakkının değişik şekillerde tanımlandığını görmek mümkündür; “Şahsiyet hakkı, şahsın bedeni ve maddi tamamiyetine, kişiliğini teşkil eden sair unsur ve varlıklarına karşı haksız tecavüzlerden kaçınılmasını herkesten talep etmek hususundaki haktır”( Jale Güral Akipek, Türk Medeni Hukuku, C.I, Başlangıç Hükümleri – Şahsın Hukuku, Ankara 1961, s.108); veya kişilik hakkı, her şahsın esaslı niteliklerinden olan şahsi varlıklarında, hayatı, sağlığı, vücut bütünlüğü ve keza manevi ve fikri değerleri, mesela hürriyet, şeref ve şöhreti, özel hayat çevresi üzerinde korunmasını gerektiren mutlak bir haktır” (Zahit İmre, Medeni Hukuka Giriş, 3.Baskı, İstanbul 1980, s.445); şeklindeki tanımın yanında “kişilik hakkı, kişinin var olma nedenini teşkil eden, onu oluşturan ve ilke itibariyle da malvarlığı haklarının karşıtı olup onun dışında kalan hakların tümüdür” (Bülent Köprülü, Medeni Hukuk, 2.Baskı, İstanbul 1984, s.263) şeklinde tanımlar da yapılmıştır.

Şüphesiz, yapılan tanımlamaların hepsi kişilik hakkını değişik yönden anlatmaktadır. Ancak, çok genel bir ifadeyle, kişilik hakkı, “kişinin, kişisel değerleri üzerinde sahip olduğu mutlak ve tekelci haktır” şeklinde kısa ve öz bir tanımlama da yapılabilir.

Doktrine göre kişisel haklar (şahsiyet hakları), kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlar. Hayat, beden ve ruh tamlığı, vicdan, düşünce ve ekonomik çalışma ve her çeşit özgürlüğü, şeref, haysiyet ve itibar, mesken masuniyeti, ölmüş yakınlarının anısı, ün, ad, sır ve resim hep kişisel varlıklardır. Bunlar sınırlı olmayıp, zaman ve mekana göre değişir.

Zarar görmesi şart olan “şahsiyet hakkı” kavramı hukuk sözlüklerinde şahısların maddi, manevi ve ekonomik bütünlüğü üzerindeki mutlak hakları olarak tarif edildikten sonra, vücut bütünlüğü, sağlığı, ismi, şeref ve haysiyeti resmi, hürriyetleri, sır çerçevesi, iktisadi ve fikri faaliyetleri şahsiyet hakları olarak sayılmaktadır.

Yargıtay İçtihatlarına göre ise, kişilik hakkı, kişinin kendi özgür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlayan ve herkese karşı iler; sürülebilen mutlak bir hak olarak kabul edilmekte ve şahsiyet hakkına tecavüz, şahsiyetin kapsamına giren unsurlara tecavüzü ifade ettiği kabul edilmektedir. Şahsiyet hakkı, şahsiyeti oluşturan değerlerin tümü üzerindeki hakkı belirtmek üzere kullanılan deyimdir. Bu genel şahsiyet hakkının münferit unsurlar bakımından görünümüne münferit şahsiyet hakları denilebilir. Bu açıdan kişinin hayatı, sağlığı ve vücut tamlığının, beden ve ruhsal bütünlüğünün, duygu yaşantısın da ruhsal uyum ve denge,ruhsal sükun,yakınlarla olan gönül bağlılığı,aile birliği şeref ve haysiyetinin, resminin, özel hayatının gizliliğinin, sırlarının, duygu yaşantısı ve düşünce dünyasının,manevi acılar verdirilmek yolu ile ruhsal varlıklara saldırılmasının vs. hukuka aykırı tecavüze karşı korunmasından söz edilir. Şahsiyeti oluşturan unsurların teker teker sayılması mümkün değildir. Zamanın ihtiyaçlarına göre yeni unsurlar nazara alınmaktadır.

Şeref ve haysiyet, dahil olduğu toplumun gerekli saydığı ahlaki niteliklere sahip olduğu ya da böyle kabul edildiği için, kişiye verilen değeri ifade eder. Kişinin onuru (şerefi) ve saygınlığı onun toplum içindeki tüm manevi değerlerinden oluşur. Bunlar kişinin ahlaki değerleridir. Herkesin içinde yaşadığı toplumda ve ilişkiler kurduğu çevrelerde kişisel bir onuru (şerefi) ve saygınlığı mevcuttur. Kişiyi küçük düşürmek, yanlış tanıtmak, gülünç ya da zor duruma sokmak, kişiye düşmanca bir ortam hazırlamak amacıyla vaki davranışlar manevi değerleri nasıl zedelerse, bir olayın aktarılması ya da bir olay veya kişinin eleştirilmesi de çok kez şeref ve saygınlığa, onura müdahale niteliğinde olabilir. (Turgut Uygur, Açıklamalı–İçtihatlı Borçlar Kanunu Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, İkinci Cilt, Ankara 2003, s.2268)

Somut olaya gelince; tarafların hala-dayı çocukları oldukları, Nisan 2006 tarihinde ailelerin bilgisi dahilinde toplumsal gelenekler yerine getirilerek nişanlandıkları ve 2006 yılı Ağustos ayında dini tören ve düğün yaparak fiilen evlendikleri, İstanbul’da davalının ailesi ile birlikte yaşamaya başladıkları, ve bu durumun 3 ay sürdüğü, bu süre içerisinde resmi nikahın yapılmadığı ve bunun sonucunda davacının İzmir’ e ailesinin yanına geri döndüğü sabittir.

Dosya içerisinde bulunan resimlere, dijital kayıtlara ve evraklara göre tarafların evlenmek için toplumsal gelenekleri yerine getirdikleri, geniş katılımın olduğu bir düğün ile evlendikleri, sadece resmi nikahın yapılmadığı, davalının kayden bekar olduğu anlaşılmaktadır.

Yine tanık beyanlarından, davalının nişanlılık döneminde İstanbul’dan İzmir’e gelip gittiği, kına gecesinin İzmir’de, düğün merasiminin ise İstanbul’da yapıldığı, davacının babasının kızını kız kardeşinin oğluna verme rahatlığı ve bu akrabalığa güvenerek nikah yapmadan İstanbul’a davalı ile birlikte gitmesine izin verdiği anlaşılmaktadır.

Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde; davalının ailesi ile birlikte davacıyı istemesi ve ailelerin akraba olmasının davacıda meydana getirdiği olumlu etki ile evlenecekleri inancına kapılan davacının, taraflar arasında meydana gelen yakınlaşma ve yapılan düğün merasimi sonucunda birlikte aynı evde yaşadıkları, toplum nazarında aile olduğu, cinsel ilişkiye girerek eş oldukları anlaşılmaktadır.

Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının, davalı tarafından evlenme vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda zarara uğratıldığı ve bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminat hükmedilmesi gereklidir.

O halde Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.06.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.

Borçlunun Sahip Bulunduğu Bir İpotek Hakkının Haczedilebilir

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/26641
K. 2013/36040
T. 14.11.2013

Sınırlı Ayni Hak Niteliğinde Olan Borçlunun Sahip Bulunduğu Bir İpotek Hakkının Haczedilebilirliği

* İPOTEK HAKKININ HACZİ ( Sınırlı Ayni Hak Niteliğinde Olan Borçlunun Sahip Bulunduğu Bir İpotek Hakkının Haczedilebileceği – Yasal Engel Bulunmadığı/Tapu Siciline Şerh Verilmesinin Yeterli Olduğu )

* SINIRLI AYNİ HAKKIN HACZİ ( Sınırlı Ayni Hak Niteliğinde Olan Borçlunun Sahip Bulunduğu Bir İpotek Hakkının Haczedilebileceği – Yasal Engel Bulunmadığı/Şikayetin Reddi Gereği )

* BORÇLUNUN SAHİP OLDUĞU İPOTEK HAKKI ( Sınırlı Ayni Hak Niteliğinde Olan Borçlunun Sahip Bulunduğu Bir İpotek Hakkının Haczedilebileceği – Şikayetin Reddine Karar Verileceği )

* TAPU SİCİLİNE ŞERH VERİLMESİ ( Sınırlı Ayni Hak Niteliğinde Olan Borçlunun Sahip Bulunduğu Bir İpotek Hakkının Haczedilebileceği – Yasal Engel Bulunmadığı/Tapu Siciline Şerh Verilmesinin Yeterli Olduğu )

2004/m. 16
4721/m. 881

ÖZET : İpotek, kişisel bir alacağın teminat altına alınması amacını güden ve bir taşınmazın değerinden alacaklının alacağını elde etmesi olanağını sağlayan sınırlı bir ayni haktır. Haciz ise, kesinleşmiş bir icra takibinin konusu olan belli bir para alacağının ödenmesini sağlamak için, bu yolda talepte bulunan alacaklı lehine, söz konusu alacağı karşılayacak miktar ve değerdeki borçluya ait mal ve haklara, icra müdürü tarafından el konulmasıdır. Sınırlı ayni hakların haczi mümkün olduğundan, sınırlı ayni hak niteliğinde olan borçlunun sahip bulunduğu bir ipotek hakkı da haczedilebilir. Haczin tamamlanması için ipotek hakkının haczedildiğinin tapu siciline şerh verilmesi yeterlidir. İpotek hakkının haczedilemeyeceğine ilişkin yasal bir engel de bulunmamaktadır. Bu durumda, ipotek hakkının haczedilmesinde yasaya uymayan bir yön bulunmamaktadır. Şikayetin reddine karar verilmesi gerekir.

DAVA : Mahalli mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklı tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte, dava dışı S… End. Ham. Maden. Ür. Nak. Paz. Tic. A.Ş. adına tapuda kayıtlı olan N… Merkez B… Köyü 126 ada 4, 46, 47, 48, 49, 50 parselde sayılı taşınmazlar üzerinde borçlu lehine 13.09.2012 tarih ve 9673 yevmiye numarası ile 1. dereceden ipotek kaydı olduğu ve bu ipotek hakkı üzerine takip alacaklısının haczinin 07.03.2013 tarihinde işlendiği görülmektedir.

Türk Medeni Kanunu’nun 881 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan ipotek, kişisel bir alacağın teminat altına alınması amacını güden ve bir taşınmazın değerinden alacaklının alacağını elde etmesi olanağını sağlayan sınırlı bir ayni haktır. Haciz ise, kesinleşmiş bir icra takibinin konusu olan belli bir para alacağının ödenmesini sağlamak için, bu yolda talepte bulunan alacaklı lehine, söz konusu alacağı karşılayacak miktar ve değerdeki borçluya ait mal ve haklara, icra müdürü tarafından el konulmasıdır (Baki Kuru el kitabı sayfa 357). Sınırlı ayni hakların haczi mümkün olduğundan, sınırlı ayni hak niteliğinde olan borçlunun sahip bulunduğu bir ipotek hakkı da haczedilebilir. Haczin tamamlanması için ipotek hakkının haczedildiğinin tapu siciline şerh verilmesi yeterlidir. İpotek hakkının haczedilemeyeceğine ilişkin yasal bir engel de bulunmamaktadır. Bu durumda, ipotek hakkının haczedilmesinde yasaya uymayan bir yön bulunmamaktadır.

O halde mahkemece şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle şikayetin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nın 366 ve HUMK’nın 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.11.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Sulh Hukuk Kararlarına Karşı Karar Düzeltme Yolu

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/7316
K. 2013/8804
T. 11.06.2013

* SULH HUKUK MAHKEMESİ KARARLARI ( Mahkemece Hatalı Olarak Temyiz Süresinin İki Hafta Olarak Belirtilmesinin Hükmü Temyiz Eden Tarafa Hak Sağlamayacağı – Sulh Hukuk Mahkemesi Kararlarına Karşı Karar Düzeltme Yoluna Gidilemeyeceği )

* TEMYİZ BAŞVURUSU ( Sulh Hukuk Mahkemesi Kararlarına Karşı Temyiz Süresinin 8 Gün Olduğu – Mahkemece Hatalı Olarak Sürenin İki Hafta Olarak Belirtilmesinin Hükmü Temyiz Eden Tarafa Hak Sağlamayacağı )

* KARAR DÜZELTME ( Sulh Hukuk Mahkemesi Kararlarına Karşı Karar Düzeltme Yoluna Gidilemeyeceği )

* KOMŞU TAŞINMAZA GEÇİCİ OLARAK GİRME ( Sulh Hukuk Mahkemesi Kararlarına Karşı Temyiz Süresinin 8 Gün Olduğu – Mahkemece Hatalı Olarak Sürenin İki Hafta Olarak Belirtilmesinin Hükmü Temyiz Eden Tarafa Hak Sağlamayacağı )

4721/m.748
6100/m. 90
1086/m. 440

ÖZET : Komşu taşınmaza geçici olarak girme hakkı davasında; kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hakim kanundaki süreleri arttıramaz veya eksiltemez. Halen yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gün olduğu halde hüküm sonucunda mahkeme hakimince hatalı şekilde kararın 2 hafta içinde temyiz edilebileceğinin belirtilmesi hükmü temyiz eden tarafa herhangi bir hak sağlamaz. Temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilmelidir.

İstisnaları hariç olmak üzere, sulh hukuk mahkemesi kararları karar düzeltmeye tabi değildir. Bu dava da yasanın öngördüğü istisnalardan olmadığına göre karar düzeltme istemi incelenemez.

DAVA : Taraflar arasındaki Türk Medeni Kanununun 748. maddesi gereğince komşu taşınmaza geçici olarak girme hakkı davasından dolayı mahal mahkemesinden verilen hükmün; Dairemizin 04.07.2013 gün ve 2012/15129 – 2013/1428 sayılı ilamı ile bozulmasına karar verilmişti. Süresi içinde davalı tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya içerisindeki bütün evrak incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davalı tarafından karar düzeltme dilekçesinde; davanın kabulüne ilişkin olarak verilen hükümde temyiz süresinin iki hafta olduğunun belirtildiği, kararı süresinde temyiz ettiklerini ileri sürerek karar düzeltme talebinde bulunulmuştur.

6100 sayılı HMK’nın GEÇİCİ MADDE 3 (1) fıkrası hükmüne göre; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2. maddesi uyarınca Resmi Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.”

Aynı maddenin (2) fıkrası gereğince de; Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunacaktır ve 1086 sayılı HUMK’nın 437. maddesinde sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gündür.

Ayrıca 6100 sayılı HMK’nın 90. maddesi gereğince süreler, kanunda belirtilir veya hakim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hakim kanundaki süreleri arttıramaz veya eksiltemez. Halen yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre sulh hukuk mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi 8 gün olduğu halde hüküm sonucunda mahkeme hakimince hatalı şekilde kararın 2 hafta içinde temyiz edilebileceğinin belirtilmesi hükmü temyiz eden tarafa herhangi bir hak sağlamaz. Bu nedenle Dairemizin davalı vekilinin temyiz talebinin süre yönünden reddine yönelik kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.03.2013 tarihli ve 2012/19-779 esas, 2013/355 sayılı kararı da bu doğrultudadır.

Diğer taraftan HUMK’nın 440/III-2 maddesine göre, istisnaları hariç olmak üzere, sulh hukuk mahkemesi kararları karar düzeltmeye tabi değildir. Bu dava da yasanın öngördüğü istisnalardan olmadığına göre karar düzeltme istemi incelenemez.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, karar düzeltme isteğini içeren dilekçenin (REDDİNE), gereksiz yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 11.06.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

TÜKETİCİ HAKEM HEYETİ KARARLARININ İCRASI

1.161,67 TL’Yİ AŞAN TÜKETİCİ HAKEM HEYETİ KARARLARININ İCRASI

YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
ESAS : 2013/17631
KARAR : 2013/23390

SATIN ALINAN MOBİLYALARDA GİZLİ AYIP BULUNMASI
1.161,67 TL’Yİ AŞAN TÜKETİCİ HAKEM HEYETİ KARARLARININ İCRASI

Taraflar arasındaki satıcının hakem heyeti kararına itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, davalıya sattıkları mobilyaların ayıplı olduğundan bahisle ilçe hakem heyetine başvurduğunu, Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin mobilyalardaki ayıpların gizli ayıp olduğunu, ayıplı mal bedeli olarak 21.000,00 TL ödenmesine karar verildiğini ileri sürerek hakem heyeti kararının iptaline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, dava konusu mobilyaların ayıplı olduğu, davalının sözleşmeden dönme ve bedel iadesi hakkını kullanmakta haklı olduğu gerekçe gösterilerek davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

4077 sayılı Yasanın 22.maddesi gereğince; değeri beş yüz milyon liranın altında bulunan uyuşmazlıklarda Tüketici Sorunları Hakem Heyetine başvuru zorunlu olup, bu uyuşmazlıklarda heyetin vereceği kararların tarafları bağlayacağı, bu kararların ise İcra ve İflas Kanununun ilamların yerine getirilmesi hakkındaki hükümlerine göre yerine getirileceği, Tüketici Sorunları Hakem Heyeti kararlarına karşı yapılan itiraz üzerine tüketici mahkemesinin vereceği kararın kesin olduğu, değeri beş yüz milyon lira ve üstündeki uyuşmazlıklarda ise tüketici sorunları hakem heyetlerinin verecekleri kararların ancak tüketici mahkemelerinde delil olarak ileri sürülebileceği, kararların bağlayıcı veya delil olacağına ilişkin parasal sınırların ise her yılın Ekim ayı sonunda Devlet İstatistik Enstitüsünün Toptan Eşya Fiyatları Endeksinde meydana gelen yıllık ortalama fiyat artışı oranında artacağı belirtilmiştir.

4077 sayılı yasanın 22.maddesinde belirlenen kesinlik sınırı 01.01.2012 tarihi itibariyle 1.161,67 TL olarak belirlenmiş olup, davaya konu olan bedelin 21.000,00 TL olduğu nazara alındığında, ilçe hakem heyeti kararınınn infaz edilmesi mümkün olmayıp, ancak tüketici mahkemelerinde delil olarak ileri sürülebileceği anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca davacının eldeki davayı açmasında hukuki yararı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, mahkemece yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin alınan 24.30 TL harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.9.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.